9 Nisan 2008 Çarşamba

Niyet Niçin Önemli / Prof. Dr. Alaaddin Başar

Niyet denilince, aklımıza öncelikle namaz yahut oruç gelir. Bu ibadetleri yaparken Allah rızasına ermeği talep ederiz. Ve bunu işin başında hemen dile getiririz.

Rızanın zıddı riyadır.

Rıza Hak içindir, riya ise halk için. Birincisinde İlâhi teveccühe ve rahmete ermek esastır, ikincisinde ise insanlara hoş görünmek, onların takdirlerine ve alkışlarına can atmak. Bu ise bence dilenciliğin bir başka türlüsü…

Herkesin kendi nefsini beğendiği bir dünyada, riya yolunu tutmamız ve kendimizi başkalarına beğendirme sevdasına kapılmamız ne büyük gaflet! Ama gel gör ki, nefis aldanmaya can atıyor ve çıkmaz sokağa bilerek ve severek giriyor.

Dünyada mesut bir hayat sürmemiz ve ölümle başlayan ebediyet yolculuğumuzda saadet yurduna varmamız, öncelikle, bu rıza şartına bağlı.
Şu var ki, rızaya ermek saadetten daha önemlidir. Çünkü, saadet rızanın meyvesidir. Bir dilenci sizin merhametinizi celp etti mi, mesele hallolmuş demektir. İhsan ve yardımlar bu merhametten akacaktır.

Üstad Bediüzzaman hazretleri, “sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize ibadet ediniz ki takva mertebesine nail olasınız,” mealindeki âyetin tefsirinde, çok önemli bir noktaya işaret eder:

İnsan, Rabbine, öncelikle, Rabbi olduğu için ibadet etmelidir. Bu ibadetin sonunda ereceği makamlar ve lütuflar ikinci derecede kalırlar.

Bunun bir küçük misalini, büyüklerimize hürmet noktasında yaşamıyor muyuz?

Babamıza niçin hürmet ederiz?

Babamız olduğu için. Yoksa, bize hediyeler vereceği, yahut miras bırakacağı için değil. Zira bu ikinci halde, sevgimiz menfaatle karışmış, safiyetini kaybetmiş ve bulanmış olur.

İşte, âyet-i kerimede, “Allah’a ibadet edin” yerine “Rabbinize ibadet edin,” buyurulmakla bu inceliğe dikkat çekilmektedir.

Rabb’imize, Rabb’imiz olduğu için ibadet edeceğiz. Bedenimizin plânını bir damla su içine yerleştiren, o damlayı terbiye ederek insan haline getiren ve ruhumuzu duygularla donatan Rabb’imize elbette sonsuz şükür borcumuz vardır. Ve ibadet bu borcu eda etmenin en güzel ifadesidir.

Bir mümin, ibadete başlarken Allah’ın rızasını niyet etmekle bu mânânın şuurunda olduğunu da dile getirmiş oluyor.

Âyetteki bir başka incelik de ibadetin neticesi olarak takva’nın gösterilmiş olması. Yani, ibadetin gerçek meyvesi, ruhun takva ile kemale ermesidir.

Âyetin devamında, arzın bizim için bir döşek, semanın ise binamıza dam yapıldığı, semadan su indirilerek yerden rızıklar çıkarıldığı nazara verilir.

Rabbimiz, Rabülalemîn’dir. Bütün bu âlemleri O terbiye ettiği gibi, bizi de o âlemlerle terbiye eden yine Odur. Terbiyemiz âlemlerin terbiyesine bağlı. Ve biz, bütün alemleri terbiye eden Rabb’imize ibadet edeceğiz ki, ruhumuz terakki etsin; takva mertebesine ulaşalım ve böylece cehennem azabından emin kalalım.

Nur Külliyatında niyet ruha benzetilir.

“Niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır.” Mesnevi-i Nuriye

Amellerin görünen kısmı beden gibidir, gayesi ise ruh. Beden ruhla hayata kavuştuğu gibi, ameller de niyet ile canlanır ve hayatlanırlar. Niyetin ruhu ise ihlas… İbadetin sadece Allah rızası için yapılması, bir başka gaye gözetilmemesi…

Sözler’den bir müjde cümlesi:

“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.” Sözler

“Güzel niyet” denilince akla ilk gelen mânâ sünnete ittibadır.

İşlerini sünnet üzere icra eden bir müminin kalbi Allah Resulüne (a.s.m.) teveccüh etmiş demektir. Allah Resulünü (a.s.m.) hatırlamak ise kalbi doğrudan doğruya Allah’a teveccüh ettirir.

Dünya işlerimizde niyetimiz, “helâl rızık kazanmak” olursa bu güzel bir niyettir.

Zenginleşerek zekât vermeyi de isteyebiliriz. Bu da güzel bir niyettir.

“Bu zamanda i’la-yı kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıftır,” sözünü rehber ederek, iktisadi yönden çok ilerilere geçip, dünya pazarlarında söz sahibi olmayı ve böylece İslâm’ın nurunun o beldelere de ulaştırmayı arzu edebiliriz. Bu da çok güzel bir niyettir.

Ama, bölgesinin yahut ülkesinin en zengini olmak için çalışmak, herkesin kendisinden söz etmesini istemek gibi nefis kokan ve şeytandan haber veren niyetler, güzel niyet cümlesine dahil olmazlar.

Bir işin “ibadet hükmünde” olması için, onda ibadet manasını ihsas eden yani kalpleri Hakka teveccüh ettirecek bir niyet bulunmalıdır.

Allah yolunda cihat eden insanla, ganimet için harp eden insan görünüşte aynı işleri yaparlar. Ama birincisi ölürse şehit olur, kalırsa gazi. İkincisi ise şehitlik şerefini peşinen kaybetmiştir. Onun için, ganimetten öte bir nasip de söz konusu değildir.

Önemli bir nokta:

İnsan, işlediği cüzi bir ameli niyet ile küllileştirebilir. Namazda, “ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz,” demekle niyetimizi küllileştirmiş oluyoruz.

Nurlarda bu bahis işlenirken üç cemaata dikkat çekilir:

Bu âyeti okurken bütün müminleri niyet edebiliriz. Yahut vücudumuzda vazife gören bütün hücrelerimizi, bütün organ ve duygularımızı kastedebiliriz. Veya kendilerine verilen vazifeleri yerine getirmekle ibadetlerini yapan bütün mahlukatı niyet edebiliriz.

Niyet konusunda üzerinde önemle durulması gereken bir hususta şu:

İbadetler gibi virtler, tesbihler de ancak Allah rızası için olmalıdırlar. Ancak bu takdirde ihlas mührünü taşır ve makbûl olurlar. İnsan bir duayı veya bir tesbihi dünya işlerinin iyi gitmesi için yaparsa ihlas bozulur ve umduğu o neticeye de ulaşamaz.

“O faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasden ve bizzat istenilmeyecek. Çünki onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Lem’alar. 132

Önemli bir nokta:

Güzel bir niyet ile çirkinler güzel olur, kötü niyet ile de güzeller çirkinleşir.

“Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.” Mesnevî-i Nuriye

Seyyie; kötü ve kötülük, hasene ise güzel ve güzellik mânâsına geliyor.

Zatında kötü olduğu halde niyet ile iyiler sırasına geçen fiiller için, genellikle, şu misâl verilir:

İki insanın arasını bulmak için yalan söylenebilir. Yalan zatında çirkindir, seyyiedir. Ama niyet hayırlı olunca o da hasene olur.

Yalanın yaygın olarak ve pervasızca söylendiği günümüz dünyasında, Üstad Bediüzzaman hazretleri; “Maslahat dahi yalan söylemeğe illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsaid bir bataklıktır” buyurduğu için biz bu konuya başka misâllerle yaklaşmaya çalışalım.

Meselâ, kıtal yani adam öldürmek zatında kötü bir iştir, bir seyyiedir.

“Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.” En’am sûresi 151

Ama Hak yolunda ve haklı olarak yapılan kıtal, hasene olur ve cihat ismini alır.

Yetim malı yemek de bir seyyiedir. Değil yenmesi, ona yaklaşılması bile yasaklanmıştır. Ama, bu yaklaşmadaki maksat, o malı korumak olursa durum değişir ve seyyie hasene olur.

“Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.” En’am sûresi, 152.

Sahasında ehil ve yetkili bir insan, İslâm aleyhindeki neşriyatı takip edebilir. Menfi yazıları okumanın güzel olmadığı açıktır. Ama niyet, bu yanlış fikirlere cevap vermek olunca bu seyyie de haseneye döner.

Hasenenin seyyieye dönüşmesine gelince, Üstad, buna “gösteriş için yapılan ibadeti” misâl verir. İbadet hasenedir, riya ise seyyie. İbadet gösteriş için yapılınca hasene seyyieye döner.

Niyet konusunu, Nurlardan sıkça sorulan bir mesele ile sona erdirmek isterim:

“…Niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder…” Mesnevi-i Nuriye

Birinci misâlden başlayalım: Bu cümleyi “insan mütevazi olmak istiyorsa kibirli olmaya niyet etsin,” şeklinde anlamak mümkün değil. Aynı şekilde ikinci cümleyi de, “insan kendinden kibri izale etmek istiyorsa tekebbüre yani kibirlenmeye niyet etsin,” şeklinde anlayamayız.

Bu ifadelerin yer aldığı paragrafta vicdanî hükümlerden söz edilir. Demek oluyor ki, vicdanî bir mesele zaten ruhta yerini bulmuştur ve hükmünü icra etmektedir. Onun için ayrıca bir niyet gerekmez. Eğer niyet edilirse, o vicdanî hüküm gerçek mânâda ruha hâkim olmamış demektir.

İnsan tevazua niyet ediyorsa, bu kendisinde tevazuun bulunmadığındandır. “Niyetin tevazuu ifsat etmesi,” böyle anlaşılmalıdır. Aynı şekilde, birisi kibirli olmaya niyet etmişse bu niyet de onun gerçekte kibirli birisi olmadığının delilidir. Yani bu niyet, o kötü sıfatın onun ruh dünyasından uzak olduğunu gösterir.

Tevazu ve tekebbür birer fıtrî haldir. Bunlara niyet edildiğinde, o fıtrî hâl ölür. Yani, o şahısta bu halin bulunmadığı ortaya çıkar.

Diğer vicdanî hükümler de bunlara kıyas edilebilir.

Hiç yorum yok: